Deniz Güvensoy

Fotoğrafım
Visual Artist and art writer (Artist Actual/Modern)

30 Haziran 2010 Çarşamba

Lindsay Seers




Lindsay Seers – Bellek, Benlik ve Fotoğraf Üzerine Deniz Güvensoy “İçimizde olduğu varsayılan resimlerin nerede var olduğunu ya da neden bazen su yüzüne çıktıklarını bilmek zordur.”[1]

2009 yılında; Londra’daki Matt’s Gallery’de kişisel bir sergi açan, Altermodern 4.Tate Trienali’ne katılan ve avant-garde film yapımcısı Derek Jarman’ın ismini taşıyan Jarman ödülüne layık görülen Lindsay Seers; İngiltere’de yaşayan ve çalışmalarını yürüten bir sanatçı. Seers; video, performans, enstalasyon ve fotoğrafları içeren çalışmalarında ne kadarının kurgu ne kadarının gerçeğe dayandığını bilemediğimiz kişisel hikayesi üzerinden bellek,hatıralar, algılama ve bunların fotoğrafla ilişkisini sorguluyor.

Sanatçının yapıtlarına temel oluşturan oldukça ilginç hikayesi; Madagaskar yakınlarındaki Mauritius adasında geçen çocukluğunda başlıyor. Sekiz yaşına kadar hiç konuşmayan sanatçı; alışılmadık bir biçimde İngilizce’de ‘eidetic memory’ denilen fotoğrafik hafızayla dünyaya geliyor. Beyni çocukluğunun adasındaki bütün görüntüleri fotoğraf netliğinde ve canlılığında kaydettiği ve de bunlar kontrolsüz bir akış içerisinde sürekli zihnini meşgul ettiği için sanatçı dış dünyayla kendi benliği arasındaki ayrımı çocukluk döneminde oluşturamıyor. Tıpkı Salman Rushdie’nin ben yerine biz zamiriyle konuşan ve kendi benliğini sahip olduğu diğer herşeyden ayıramayan imparatoru gibi; zihninin ve algı yapısının ona sağladığı erk ve bütünlük duygusu bir gün kendi fotoğrafını görmesiyle kırılıveriyor. ‘Bu ben miyim?’ sorusuyla beraber fotoğrafik hafıza yeteneğini de kaybediyor. Buna çok üzülen sanatçı bedenini camera oscura’ya dönüştürerek ağzıyla fotoğraf çekmeye başlıyor.

Mauritius’ta geçen çocukluk ve fotoğrafik hafıza hikayesinin ne kadarı doğru bilinmiyor. Zira Seers otobiyografisini videolarında başka kişilerin ağzından kimi zaman kurguyla birleştirerek bir belgesel tadında anlatmayı seviyor. Swallowing Black Maria sergisindeki Edison’un ilk film stüdyosu olan Black Maria’nın birebir replikasının içine yerleştirdiği Extramission 3 videosundaki annesinin aslında bir aktör olması da bizi neyin ne kadar gerçek olduğu konusunda şüpheye düşürüyor. Belki de bu durum; sanatçının dikkat çekmek istediği bir noktaya hizmet ediyor. Videolarda gerçekle hayal ürününün birbirine karışması gibi; kendi öznel algımızla ve geçen zamanla sürekli dönüşüme uğrayan zihnimizdeki geçmişimizde de hayal ve gerçek birbirine karışmaz mı? Sanatçının biyografisinin ne kadarının kurgu olduğunu bilmesek de bedenini fotoğraf makinesine dönüştürüp fotoğraf çektiği konusunda kesin eminiz. Bu kan kırmızı fotoğrafları çekebilmek için başının üzerine siyah bir çuval geçiriyor, fotoğraf kağıdını ağzının içine yerleştiriyor ve çuvalı başından çıkarıp ağzını açıp kapayarak fotoğrafı çekiyor. Sonra tekrar çuvalı başına geçirip fotoğraf kağıdını ağzından çıkararak başka bir karanlık odada pozluyor. Bu şekilde oluşturulan insan-kamera fotoğrafları kan kırmızı bir renk alıyor çünkü yanaklardan süzülen ışık yanakların kırmızı rengini kağıda yansıtıyor. Seers bedenini fotoğraf makinesine dönüştürerek ne anlatmak istiyor? Henri Bergson’un Madde ve Bellek isimli kitabından alıntı yaptığı sergi yazısında bunu şöyle açıklıyor:
“Dünyayla olan ilişkimiz bir fotoğraf makinesinin oluşturduğu görüntülerle olan ilişkimizden tamamen farklıdır. Örneğin çocukluğumdaki evi en genel anlamıyla hatırlamaya çalıştığımda, aklıma halının desenini getirmek istediğimde o anıyı bir fotoğrafın anlık karesini gözler gibi dikkatle tetkik edemiyorum. Evi bütün olarak hatırlayabiliyorum, o fiziksel bir hatıra, evle olan ilişkimi biliyorum. Çünkü onunla kaynaşmış durumdayım. Benim ve onun arasında bir ayrım yok. Bu Bergson’un şeylerin kalbinde yazılı olan deyimiyle bahsettiği fotoğraf. Fotoğraf hakkında algı hakkında düşünmeden düşünmek imkansız. Algı hakkında düşündüğümüzde bunun sınırı olarak bedenden uzaklaşmak da imkansız.”[2]

Aslında Seers’in amaçladığı şey; zihnin bedenle birlikte oluşturduğu anıyla fotoğrafın belgelediği anı birleştirmek ya da ikisinin bizim benzer sandığımız ama aslında farklı olan yapılarını ortaya koymak. Fotoğrafçıyla fotoğraf çekme eyleminin arasındaki ayrımı yok etmek, bedeni, görme eylemini ve görülen ve gösterilen nesneyi birleştirmek.Bunu yaparken bedenin duyusallığıyla makine vizörünün soğuk gerçekliğini karşılaştırmak, yanakların derisinden içeri süzülen ışık yüzünden kan kırmızı, dişlerle çerçevelenmiş ve vücudun hareketiyle bulanıklaşmış ağız fotoğraflarını kara kutunun soğuk nesnelliğiyle karşı karşıya getirmek.


Dişler ve kan; ağız fotoğraflarını Seers’in iki büyük takıntısından birine getiriyor, vampirlik ve vantrologluk. Gerek paranormal olayları içeren film ve kitaplara sık sık gönderme yapması gerek de vampir dişleriyle aynaya bakarak kendinin ağız fotoğraflarını çekmesi ve de bu ağzı açıp kapamayla oluşturduğu fotoğrafları bir vampir öpücüğüne benzetmesiyle bu ilgisini zaman zaman vurguluyor.
“Vampirlikte kanı içilen şahıs ölümsüz olur, görüntüde buradadır ama aslında yoktur. Bu zamanın akışında yakalanan bir nesnenin mercekten geçtiğinde bir hayalet gibi olduğu yerde bir görüntüye dönüştürülmesinin metaforudur, birdenbire o artık cisimsizdir, dünyada ama artık onun bir parçası olarak değil.”[3]

Vantrologluk ve vantrolog kuklaları da sanatçının enstalasyon ve performanslarında sık sık kullandığı öğelerdir. Vantrologluk eylemine İngilizce’de “
"throw" one's voice\ sesi atmak” denir. Vantrolog olan kişinin kendi sesini kuklaya hediye etmesi anlamına gelir bu, tıpkı vampirin öpücüğüyle bir faniyi ebedi yaşama ulaştırması gibi vantrolog da cansız kuklaya can verir. Bu aslında bir hiledir elbette, vantrolog gerçekten ‘sesini atmaz’ bu onun algımızın üzerine oynadığı bir oyundur. “Algımız; hiçbir zaman fotoğrafın hileli oyununda olduğu gibi durdurulup bizden ayrılmaz. ( bir vantrolog eylemi ) Fotoğraf; anının kılığına girer, içimizdeki elle tutulamaz hayali cisimleştirir ve dışarı tükürür, içimizde olduğunda asla gerçekleştiremeyeceğimiz bir biçimde onu dikkatle tetkik edeceğimiz bir yere. Onun tasvirinin dilsiz gücü bizim hatıramızdaki görüntünün duyusallığının yerine alır.”[4]



Seers’in videolarında ve yerleştirmelerinde vantrolog kuklaları tıpkı Seers gibi ağızlarıyla fotoğraf çekerler. Bunun Seers’in dilsiz ve fotoğrafik hafızaya sahip olduğu geçmişine göndermede bulunduğu çok açıktır. Başkasının sesiyle konuşan, kimi zaman ölülere tercüman olduklarına inanılan –Eski Yunan’da Delfi kahinleri vantrologluk aracılığıyla gelecekten haber verir- vantrologlar bu sefer ağızlarını konuşmak yerine fotoğraf çekmek için kullanarak sözel olanla imgesel olanın yer değiştirmesinde rol oynarlar, bu belki de Seers’in çocukluğunda yaşadığı bu yer değiştirmeyi tersine almak istemesidir. Seers’in sanat yaşamında üç evre vardır. Fotoğraf makinesi, Vantrolog ve de Projektör olarak Seers. Extramission 6 adlı videosunda Seers yine başkalarının tanıklığında (annesi ve eleştirmen Guinivere Day) travmatik çocukluğunu, onu ağzıyla fotoğraf çekmeye neden olan süreci, vantrologluk ve vampirlik ile olan ilişkisini ve neden sonunda bir fotoğraf makinesi olmaktan vazgeçip projektör olmaya karar verdiğini anlatır. Film; Seers’in gözlerinden ışık çıkaran görüntüsüyle beraber annesinin “ Lindsay için artık herşey daha pozitif olacak ve geçmişte, yaşamının mutsuz dönemlerinde yaşamak yerine ileriye bakabilecek” sözleriyle sona erer. Extramission ismini Antik çağda Platon’un gözün görme eylemini nasıl gerçekleştirdiği üzerine olan teorisinden alır. Bu teoriye göre gözden çıkan ateş etraftaki nesneleri aydınlatır ve görme eylemi böylece gerçekleşir. Belki de Seers çocukluğunda sahip olduğu fotoğrafik hafıza yeteneğinin, zihnini çılgınca sonu gelmeyen elle tutulur gerçeklikte görüntülerle doldurmasından kaynaklanan dünya ve onu kapsayan her şeyle birlik olma duygusunun sağladığı üstünlük hissini ancak Platon’un teorisindeki şeyleri gözünden çıkan ışıkla var eden, ortaya çıkaran insan olmakla yeniden kazanabileceğini anlamıştır. Seers’in videolarında teknoloji ve bilimin doğaüstü olanla, fenomen sayılan olaylarla olan ilişkisine sık sık vurgu yapılır. “The World of Jule Eisenbud (Remission)” filminde 1960’larda kendi icadı bir teknikle düşüncelerinin fotoğraflarını çekmeyi başardığını söyleyen Ted Serios’la nasıl buluştuğunu Serios hakkında bir kitap yazmış olan Eisenbud’un oğlunun ağzından anlatır.

Swallowing Black Maria’da ise Rudyard Kipling’in hikayelerine konu olmuş, bilimsel bir fenomenden kaynaklanan bir şehir efsanesine gönderme yapar. Fizyoloji profesörü Willy Kuhne’un araştırmalarına göre; retinadaki bir madde yüzünden ölü bir insanın göz merceğinde gördüğü en son görüntünün izi kalmaktadır. Hikaye dönemin İngilteresi’nde öyle bir yayılır ki Karındeşen Jack cinayetlerinde polis kurbanların gözlerinde katile dair bir iz arar. Seers bu cinayetlerin kurbanlarından birine (Annie Chapman) gönderme yaparak şöyle yazar: “Senigallia’da sekiz gün oldu. Geçmişten gelen bir görüntü/kişi/fikir tarafından sahiplenilebilir miyiz? Annie Chapman. Polis retinasında bir görüntü- bir optogram- bulabilmek için onun ölü gözlerini açtı. Acaba bu aynı arzu mu – bedenin üzerine yazılmış bir görüntü bulmak – beni ağzımla fotoğraf çekmek istemeye zorlayan içimdeki arzu..”
[5] Seers son sergisinde yine kendiyle ilişkili çok katmanlı bir hikayeyi sözde tanıklara anlattırır. It has to be this way sergisinde mavi renkli bir yıldızın içerisine yerleştirdiği videosunda hafızasını kaybeden kız kardeşinden, onunla aynı ismi taşıyan hermafrodit İsveç kraliçesine olan tutkusundan, S kod adlı sevgilisinden ve hafızasını kaybettikten sonra Roma’da kaybolup bir daha hiç görülmeyişinden bahseder. Seers’in işlerinde gerçekle hikayeyi, bilimsel olanla fenomeni, fanteziyle anıları birbirinden ayırmak mümkün değildir.

Sanatçı normallikle normaldışının arasındaki sınırların aslında o kadar kalın olmadığından, insan zihninin rasyonellik ilkesiyle aydınlatılamayacak kadar karanlık ve karmaşık dehlizlere sahip olduğundan, teknoloji ve bilimin bilinmeyeni bilinir kılmak yerine aslında yeni fenomenler yarattığından, insan algısının göreceliğinden bahseder ve de bir medium/vantrolog gibi gizemlerin aktarılmasında kendi hikayesi üzerinden aracılık yapar. Kasım 2009 Linkler:
http://www.mattsgallery.org/artists/seers/http://www.tate.org.uk/britain/exhibitions/altermodern/ http://www.smartprojectspace.net/exhibitions/41.xml
[1]“You said that without moving your lips” sergi yazısı, Lindsay Seers, 2003 [2] “You said that without moving your lips” sergi yazısı, Lindsay Seers, 2003 [3]http://www.hypnotique.net/foreststudios/artists/lindsay_seers, Forest Sanatçı Stüdyoları, 2003 [4] “You said that without moving your lips” sergi yazısı, Lindsay Seers, 2003 [5] Swallowing Black Maria, 2007, Amsterdam

Hiç yorum yok: